top of page

NEFES

 

Nefesimiz, doğduğumuz ilk andan itibaren yaşamda kalmamızı sağlayan temel besin kaynağımız. Günde ortalama 20.000 kez nefes alıyoruz. Maalesef pek çoğumuz farkında olmadan doğru nefes alıp, veremiyoruz. Bebekliğimizde, doğru nefes alışkanlığına sahip iken, zaman içerisinde bu alışkanlığımızı kaybetmeye başlıyoruz. Ve günde 20.000 kez tekrar ettiğimiz bu hatalı “nefes alışkanlığı”, fiziksel ve ruhsal bedenlerimizi daha iyi kullanmamızı, daha sağlıklı bireyler olarak yaşamamızı ciddi oranda engelliyor.

Doğru Nefes nedir?

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), “doğru nefes” almanın bağışıklık sistemini güçlendirmedeki önemini 2005 yılında yaptığı açıklamayla vurgulayarak, doğru nefes alıp vermenin standartlarını belirlemiştir. Bu standartlar;

·         Sadece burnumuzdan nefes almak ve vermek,

·         Her nefeste diyaframı da kullanmak,

·         Bir dakikada alınan nefes sayısını mümkün olan en az sayıya indirmek,

·         Her nefeste ciğerlerimizi tam kapasiteyle kullanmak,

·         Sessiz, sakin nefesler almak.

Maalesef pek çoğumuz, nefesi yanlış alıp veriyoruz. Farkında olmadan nefes alıp verirken ağzımızı kullanıyoruz. Ve yine pek çoğumuz sadece akciğer nefesi alıyoruz. Gövdemizin alt organlarına taze hava gitmesini sağlayan ve zihnimizi de dengeleyen diyafram kasımızı, nefes alıp verirken etkin bir şekilde kullanamıyoruz.

Hırıltı ve tıslama olmamalı

 

BEL FITIĞI

Belimizde 5 adet omur kemiği vardır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Disk, özel bir bağ dokusu organıdır ve omurganın dayanıklılığına, hareketliliğine ve zorlamalara karşı dirençli olmasına, omurgaya uygulanan şok şeklindeki darbelerin emilmesine ve kuvvetin çevre dokulara dengeli bir şekilde dağılmasına hizmet eder.

Bel fıtığı, beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin fıtıklaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.

Disklerin iç kısmında nükleus pulpozus denen jöle kıvamında yumuşak bir bölüm, bunun dışında anulus fibrozus adı verilen daha sert bir fibröz tabaka, omur kemiklerine bakan yüzlerde ise her iki tarafta son-plak olarak adlandırılan kıkırdak yapılar vardır. Dıştaki tabakanın anatomik bütünlüğünün bozularak içerideki yumuşak kısmın dışarıya doğru taşmasına fıtıklaşma denir. Fıtıklaşan yani dışarıya doğru taşan disk, omurilik kanalı (spinal kanal) içinden veya kendisinin arka-yan tarafından geçmekte olan sinirleri sıkıştırır ve hastalık böylelikle kendisini belli eder .

KAN DEĞERLERİ

 

 

Trombositler : Bir yerimiz kesildiğinde başlayan kanamayı durduran kanın en küçük hücreleridir. Kümeler oluşturarak küçük, kılcal damar duvarlarındaki gedikleri tıkarlar. Sayıları çok azaldığında deride morluklar, çürükler, burun ve dişeti kanamaları gibi kanamaya eğilim belirtileri görülür.

Lökositler : Vücudumuzu çeşitli mikroplara ve yabancı maddelere karşı savunan lökositler farklı işlev ve yapıya sahip alt gruplara ayrılır: nötrofiller, monositler, lenfositler, eozinofiller ve bazofiller.” Lökosit formülü” dendiğinde bu alt grupların sayımı ve oranları anlaşılır.

Nötrofil ve monositlerin ana görevi mikropları yemek, yutmak ve ardından öldürmektir. Sayıları çok azaldığında vücudun mikroplara karşı savunması yetersiz kalır ve ortaya ateşli infeksiyon hastalıkları çıkar. Eozinofiller ve bazofiller ise allerjik olaylarda rol alırlar..

Lenfositler bağışıklık sistemimizin en önemli hücreleri, bir anlamda baş aktörleridir. Kandan daha çok lenf düğümleri ve lenf yollarında, dalakta, sindirim ve solunum yollarının içini döşeyen zarlarda yoğunlaşmışlardır. Yapı ve işlevlerine göre 3 gruba ayrılırlar: B lenfositler, T lenfositler ve NK hücreleri (doğal öldürücü hücreler).

B lenfositler‘den türeyen plazma hücreleri kemik iliğinde ve yukarda sıraladığımız lenf organlarında bulunurlar. Plazma hücrelerinin görevi “antikor” adı verilen bağışıklık maddelerini yapmaktır. Mikrobik bir hastalığı (örneğin tifo) geçiren ya da o mikroba karşı aşılanan kişi bağışıklık kazanır. İşte bu bağışıklığı sağlayan plazma hücrelerinin ürettiği antikorlardır. Bu antikorlara “immünglobülin (Ig)” denir. IgG, IgA, IgM gibi farklı yapı ve işlevde antikorlar mevcuttur.

Multipl miyelom hastalığında kanserleşerek kontrolsüz bir şekilde çoğalan hücreler plazma hücreleridir.

Kemik İliği

Tüm kan hücrelerinin yapım yeri kemiklerin ortasındaki boşlukta yer alan kemik iliğidir. Yeni doğanlarda tüm kemiklerin içindeki ilik kan hücrelerinin yapımına katılır. Oysa erişkinlerde yapım sadece yassı kemikleri (omurga, kalça ve omuz kemikleri, göğüs kafesi, kaburgalar) ve uzun kemiklerin gövdeye yakın bölümlerini ilgilendirir.

Kemik iliğinde “kök hücre” adı verilen genç ve öncü hücreler tüm kan hücrelerinin yapımından sorumludur. Kök hücreler uygun uyaranların etkisiyle eritrosit, lökosit ya da trombosit olmak üzere farklılaşır ve olgunlaşırlar. Ayrıca bir kök hücre yeni bir kök hücre doğurma yeteneğine sahiptir. Bu şekilde sağlıklı kişilerde kan yapımının yaşam boyu sürekliliği sağlanmış olur. “Kemik iliği nakli” dendiğinde, aslında vericiden alıcıya aktarılan bu kök hücrelerdir.

Normalde dolaşan kanda son derece az sayıda kök hücre bulunur. Ancak bazı ilaçlar uygulanarak kemik iliğindeki kök hücrelerin kan dolaşımına dökülmeleri ve özel yöntemlerle toplanmaları sağlanabilir (periferik kan kök hücre nakli). Bu şekilde kemik iliği alınmadan da kök hücre nakli yapılabilir. Bir diğer kök hücre kaynağı yeni doğan bebeğin göbek kordonu kanıdır. 

 

Hastalığı daha iyi anlayabilmek için, önce kan hücrelerini ve bu hücrelerin yapım yeri olan kemik iliğini kısaca tanımamız gerekir.

Kan Hücreleri

Kanın iki kısmı vardır: 1) “plazma” adı verilen sıvı ve 2) bu sıvının içinde yer alan kan hücreleri. Plazma su ve suda erimiş şekilde bulunan çeşitli kimyasal maddelerden (proteinler, yağlar, şekerler, vitaminler, hormonlar, mineraller, antikorlar, vd) oluşur. Kan hücreleri 3 grupta toplanabilir: 1) eritrositler (alyuvarlar), 2) lökositler (akyuvarlar), 3) trombositler (pulcuklar).

Eritrositler. Toplam kan hacminin yaklaşık yarısına yakınını oluşturan eritrositlerin ana görevi içlerindeki hemoglobin sayesinde akciğerlerden aldıkları oksijeni dokularımıza taşımaktır. Sayıları azaldığında anemi (kansızlık) dan söz edilir.

 

bottom of page